Yarından Önce

Yazar: Ümit TOPÇU - Öykü - 30/ 07/ 2018

Yıllar önce bir düş ün gerçekleşme si olarak yorumladığım evlilik, zaman ilerledik ce tarifi neredeyse imkansız bir kabusa dönmeye başladı. Sorgu sual edemeden geçip gitti yıllar.

İlk gençlik yıllarımın tozpembe hayalleri bir biri ardına yıkılıyor yalnız bırakıyordu doğurgan bedenimi. Zamanı geri çevirmek mümkün olsaydı şayet yine uzatırmıydım gönlümü geçmiş zamanlardan kalma gösterişli gümüş bir tepside. Uzatırmıydım ona hayallerimi. Hayallerimi ve tertemiz bahar kokan hikayellerimi hiç düşünmeden o genç adama. Bilemiyorum kimbilir belkide zira hayal kurmak en iyi bildiğim işti. Çocukluğumda ilkokul yıllarında başladı hayal kurma alışkanlığım. Allı morlu renga renk hayaller. İçinde mutlu insanların masal kahramanlarının olduğu hayal kırıklıklarına ve pişmanlıklara zerre kadar yer olmayan.

Sonra bu, çocuksu güzel öykü leri arkadaşlarıma anneme babama hatta öğretmenime anlatmaya başladım büyük bir ozan edasıyla. Aldanmışlar benim anlattıklar ımla teselli buluyor geçici küçük sarhoşluklara kapılıyorlardı. Bu durum beni bazen kaygılandırıyor bazende korkutuyordu. Ama en çokta mutlu ediyordu. Çünkü hiç kimse bu durumdan şikayet etmiyordu aksine memnun oluyorlardı. Bütün bu olup bitenlerden inanılmaz bir keyif alıp yeni yeni hikayeler kurgulamaya devam ediyordum sonunu hiç düşünmeden. Hayat düşle gerçeğin sınır noktasında ince bir çizgide ilerliyordu. Anlattığım bu hayal ürünü öykülere hani neredeyse kendim bile inanacak oluyordum zaman zaman. O kadar gerçekçi ve güzeldiki anlattıklarım sanki dünyanın dışında farklı bir boyutta yaşıyordum. Yalanın henüz keşf edilmediği kalp kırmanın korkunç bir insanlık suçu sayıldığı bir başka alem.

Birinci kopuş

Günlerce çıkmadım odamdan pencereden yağan yağmuru ıslanmamak için saçakaların altına sığınan insanları yağmura hiç aldırış etmeden izliyordum. Oysa bende çok severdim delice yağan yağmurun altında sırıl sıklam ıslanmayı çocuklar gibi. Eve geldiğimde annemden babamdan azar işitmeyi.

Kızım neden şemsiyeni almadın yanına bak hasta olacaksın.
Yok, olmaz bir şey.

Bir yandan sokağı seyrediyor diğer yandanda yeni bir hikaye kurguluyordum aklımın henüz keşf edemediğim bir köşesinde. Değişik ve ötekilerden çok daha etkili olması için defalarca yazıp sildim sonra tekrar kurguladım aklımda bu yeni öyküyü. Sanki kendim yaşamıştım öykü o denli gerçekçi olmuştu. Kendimle gurur duyuyordum fakat bir taraftan da kuşku duyuyordum nedense her zaman yaptığım gibi odanın içinde bir o yana bir bu yana volta atmaya başladım dakikalarca. Sonra tekrar pencerenin önüne geçip koltuğa oturdum. Dışarıda yağmur hızını iyice arttımış yeryüzünden intikam almak istiyordu sanki. Kimbilir belkide bir mesaj vermek istiyordu insanoğluna. Kendi kendime düşündüm bir süre acaba dinleyenler ne diyecekti nasıl karşılayacaklardı her yana umut dağıtan bu yeni hayal mağsülünü. Bunun gibi sayısız soru dolaşırken beynimin labirantlerinde birden kapı açıldı gökyüzünden yeryüzüne selam çakan şimşekle aynı anda. Gelen annemdi mavi gözleri ışıl ışıl uzun düz siyah saçları insanı kendine hayran bırakıyordu. Zaten ne zaman yalnız kalsam kapıyı hep annem açardı meraklı ve güleç bakışlarla

Sen daha uyumadınmı küçüğüm yarın okulun var
Biliyorum birazdan yatıp uyuyacağım
Yine ne hayaller kurdun bakalım hayalci teyze
Ne olsun aynı şeyler işte
Yok yok bu sefer ki biraz farklı görünüyor
Evet, öyle senin mavi gözlerinden de hiç bir şey kaçmıyor
Kaçar mı hiç kızım ben senin annenim
Annemin bana karşı olan bu tavırları benim çok hoşuma gidiyordu o nu her gördüğümde içim tarifsiz bir sevinçle doluyordu. Eminim o da aynı duyguları hissediyordu. Yağmur şiddetini iyice azaltmıştı. Dışarıda ki koşuşturmada durdu insanların hareketleri de iyice yavaşladı. Heyecenla yatağıma girdim ve beni bekleyen sabaha doğru gözlerimi yumdum. Aradan uzun sayılamayacak bir süre geçti. Arkadaşlarım okulun bahçesinde dört bir yanımda çember kurup oturarak merakla anlattıklarımı dinlerken genç bir delikanlı biraz meraklı biraz hayranlık dolu bakışlarla yanıma yaklaşıp bu hayat dolu etrafına umut dağıtan kızı dinlemek için usulca bir köşeye oturdu ve dinlemeye başladı merklı hayran bakışlarla. Bütün hayatımı değiştireceğini çok sonra öğreneceğim bu genç adamı ilk önce hiç umursamadım. Benim için sıradan biriydi. Belki bir meraklı belki de mağsum bir aldanmış bir çoğu gibi.

Artık cehenneme dönen hayatıma yeni bir yön vermem gerektiğini inkar edemiyordum. Gördüğüm şiddet sonu bir türlü gelmeyen gecelerde eşim dediğim ve bir zamanlar bana çok saygı duyduğunu sevdiğini söyleyen adam tarafından uğradığım tecavüzler. Sistemli dayanılmaz bir biçim alan kaba küfürlü dayak seansları beni benden uzaklaştırdı. Adeta aciz bir zavallıya dönmüştüm. O eski yaşama umutla bakan kadın gitmiş yerine yüzü gözü morluklar bedeni çürükler içinde mağduriyet ikonu bir dişi gelmişti. Bu durumu kabullenemiyordum. Sokağa çıktığımda insanların acıyarak bakması düşük tonda kendi kendileri ne söylenmeleri beni rahatsız edici bir seviye ye getirdi. Ne söyleyeceğimi ne yapacağımı bilemeden başım önde duymamazlıktan gelip yolumda sessizce ilerliyordum hiç aldırış etmeden. Zaten başka bir şey de gelmiyordu elimden. Ne yüzümdeki vahşeti kamufüle etmek için yaptığım makyaj ne de sömürülen bedenimdeki izlerin utancıyla yaşamak istemitordum artık.

Bir çaresi olmalıydı mutlaka yeni bir başlangıç yapmanın. İlk gençlik yıllarımda yaptığım gibi yep yeni bir hikayem olmalıydı. Beni yok sayan hatta öldürmek isteyen caniye karşı. İçinde karanlıkların olmadığı tertemiz umut dolu tamamı tamamına beni mutlu etmeye yetecek bir sayfa açmalıyıdım. Tertemiz ömrüme ömür katacak insanların bana yoldaşlık edeceği bir hayat olmalıydı. Bu çok ciddi bir karardı hiç şüphesiz en ince detayına kadar ince eleyip sık dokumam gerekiyordu. Düşündüm saatlerce günlerce yüzbinlerce kelimeyle düşündüm. Bazen aklıma gelen düşüncelerden ürktüğüm bazende gurur duyduğum oldu. Sayısız fikir geldi aklıma hangisi en doğrusu hangisi en yanlışı ayırt edemiyordum artık. Bildiğim inandığım ve sonunda ulaşabildiğim tek sonuç benim için en doğru olanı bulmam olacaktı.

Yolun sonu sonun başı

Günlerce düşündüm odamın içinde bir baştan diğerine gittim döndüm. Kaç defa gidip geri geldiğimi sayamayacak kadar çok tekrarladım bu gidiş dönüşleri. Hayatıma yeni bir yön vermem gerekiyordu artık. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Renkleri canlılığını çoktan yitirmiş yer yer boyaları dökülmüş duvarlar sanki bana beni yansıtıyordu.

Birden irkildim yere ansızın düşen sehpanın çıkardığı sesle. Belkide binlerce kere çarptım bu sehpaya her defasında aynı sesi çıkarırdı fakat hiçbirinde bu kadar ürkmemiştim nedense. Yeni bir yol ayrımında olduğum içindir belkide. Zaten üzerine bir şey de koymuyordum onun ne bir eşya ne de renkli renkli etrafa hoş kokular yayan çiçeklerle dolu bir vazo. Duvardaki eski güzel günlerden kalma resimlere bakıp tuhaf tuhaf duygulara kapılıyordum tarif edemediğim. Sonra bir tanesini inanılmaz bir öfke ile yerinden söküp aldım iki elimle. Yılların ağırlığı üzerine çökmüştü sanki o kadar ağır geldiki ince bileklerime kavramakta çok güçlük çekiyordu parmaklarım. Oysa alt tarafı bir kağıt ve dört çıta parçasından oluşan eski bir çerçeveydi elimde kızgınlıkla tuttuğum. Fotoğraf ağırlaştıkça ağırlaşıyordu elimde. Bir süre daha baktıktan sonra ilahi bir kuvvet topladım ve yorgun kollarımı uzatabildiğim kadar yukarı uzattım sonra bütün gücümle çerçeveyi yere çarptım. İçimde anlatması neredeyse imkan sız bir rahatlama hissi oluştu ve bütün vücudumu sarıp sarmaladı yerde tuzla buz olmuş çerçeveyi görünce gözlerim. Sadece bir nesne değildi paramparça olan kötü bir geçmişti hatırlamak istemediğim. Yıllarca süren işkenceyi bitirmeye karar verdim odanın içinde kırıp dökecek hiçbir şey kalmayınca.

Çocuksu bir zafer kazandım bunca kötü yaşanmışlıktan sonra. Birden elimin kanadığını fark ettim ince bir sızıyla. Buzdolabında gizlediğim oksijen suyu tentirdiyot ve sargı bezini çıkartıp kanayan elime pansuman yaptım. Artık canım acımıyordu. Dolapta gördüğüm ve intihar etmek için kullandığım fakat hiçbir işe yaramayan ilaçlardan da kurtulma vaktinin geldiğini hissedebiliyordum. Günboyu düşündüm ve aklıma gelen bütün fikirleri tekrar tekrar gözden geçirdim sonra cesur bir hamle ile bütün bu kötü anıları ardımda bırakıp dışarı çıktım dönüp arkama hiç bakmadan. Ne olursa olsun diye kendi irademle ilerledim bir bilinmezliğe doğru taş döşeli yollarda.

Demek öyle bütün bu kötü hatıraları ardında bırakıp geldin Evet Aysel benim için yaşamın tek anlamı geçmişimi unutup bundan sonraki hayatımı dilediğim gibi özgürce yaşamak artık Çok doğru bir karar vermişsin Sibel bundan sonra burada benim evim de kalırsın zamanla her şey normale dönecektir hiç merak etme

Teşekkür ederim

Hafta sonu günlerden pazardı kaç gündür evde yatıp dinleniyordum. Aysel haftanın neredeyse her günü çalıştığı için evde tek başıma kalıyordum. Bazen televizyon izliyordum ara sıra kitap okuyup dergilerin sayfalarını karıştırıyordum. Kuzenim Aysel bir dergide editör olarak çalışıyordu. Bu yüzden evin içi dolaplar masanın üzeri her yer dergiler kitaplar ve yayımlanmayı bekleyen yazılarla doluydu. Zamanımın çoğunu okuyarak geçiriyordum. Akşam olup Aysel dönüncede onunla sohbet ediyordum okuduklarım hakkında. O da beni kırmıyor sabır ve neşe ile dinliyordu. Ara ara bu gidişle mesleğimi elimden alacaksın diye takılıyordu bana. Bu tatlı sevecen takılışlar benim de çok hoşuma gidiyor mutlu oluyordum. Dedimya günlerden pazar dışarıda masmavi bir gökyüzü güneş bütün cömertliğiyle ışıklarını yeryüzüne çocuksu bir neşeyle saçıyordu. Her yer cıvıl cıvıl adeta bayram kokuyordu. Kendimi dışarı attım, daha önce hiç gitmediğim görmediğim yerleri gezmek istiyordum.

Keşke Ayselin şu acil toplantıları olmasaydı da oda benimle beraber gelseydi. Neyse böylesi daha iyi olacaktı belkide benim için. Yeni arkadaşlar edinebilidim böylelikle.

BİRİNCİ KAYBOLUŞ NORMALLEŞME

Bir şehri keşf etmenin en iyi yolu kaybolmaktır o şehrin sokaklarında. Bu cümleyi Aysel in editörlüğünü yaptığı dergilerden birindeki bir yazıda okumuştum. Tamda benim ihtiyacım olan eylemdi bu. Kaybolmak için tarihi yapılarla dolu bir semtin dar sokaklarından birini gözüme kestirdim ve girdim. Başıma neler geleceğini hiç düşünmeden. Korkmuyordum hiç ne etrafta gözlerini bana dikmiş avını büyük bir titizlikle takip eden kurt lar gibi beni izleyen erkeklerden ne de yarını düşünmekten kaygıyla.

Acaba bir tanıyan çıkarmıydı beni eski hayatımdan diye hiç umursamıyordum artık. Küçük bir kafeye girdim kendimden emin adımlarla. Dışarıyı gören bir masaya yaklaştım ve oturdum. Çevreye bakındım bir süre. Sonra içime bir neşe doldu dışarıdaki sokak çalgıcılarına takılınca gözlerim. Hayranlıkla izledim onları. Renga renk kıyafetler giyinmiş bir kız alımlı ortada dans ederken erkek arkadaşlarıda ensturumanlarıyla tamamen bütünleşmiş çoşkuyla çalıp söylüyorlardı. Garson kahvemi getirene kadar seyrettim onları. Sanki bitmez tükenmez bir mutluluk deryasındaydılar. Kahve damağıma tadını hissettirip boğazımdan miğdeme doğru inerken inanılmaz bir tad aldım. Diğer yandan da neler kaçırmışım diye düşündüm. Kendime olan özgüvenimi yeniden kazanıyordum. Kendimden emin bir poz takınarak hesabı istedim garsondan. Hesabı ödeyip dışarı çıktığımda yaz ın kavurucu sıcağında soğuk bir duş almışçasına rahatlamıştım. Çok iyi gelmişti bu kahfe inanılmaz keyif almıştım. Belki birgün Aysel ile gelirdim buraya bir dahasında kimbilir. Yavaş adımlarla uzaklaşırken kafeden çalgıcılar ve dans eden kızın seside giderek azalıyordu. Çocukken kurguladığım masal kahramanları gibiydiler sanki. Aynanın karşısında cemalimi seyrederken kendimle gurur duyuyordum. Yıllardır yapmak isteyipte yapamadığım cesaret bile edemediğim bir girişimdi bu bir baş kaldırış. Artık aynaya baktığımda yüzümdeki morlukların şişiklerin yerine beyaz tenli güleç yüzümü görüyordum. Aynadaki bu yansımam beni çok mutlu etmişti. Makyajlarını tazelemek için aynanın karşısına geçen diğer kadınlardan hiçbir farkım yoktu benimde. Lokantanın salonuna geri döndüm masada her şey, tam da istediğim gibiydi. Kırmızı et bezelyeli pilav salata tatlı çeşit çeşit meze hepsi çok güzel görünüyordu. Büyük bir iştah ve kibarlıkla yedim masada ne var ne yoksa. Bir de alkollü bir içki söyleyecektim ama aile yeri olduğu için alkollü içki bulundurmuyorlardı. Saate bakmayı aklımdan bile geçirmedim hiç. Tek düşündüğüm güzel bir vakit geçirmekti tam da ihtiyacım olan şey di bu içimdeki boşluğu doldurmaya başlamıştım. İçerideki herkes gösterişli değişik değişik pozlarda dışarı çıkarken ben de sanki kraliyet balosundan çıkıyormuşçasına sofistik bir tavırla tabağın altına bir miktar para sıkıştırdım sonra kasaya yaklaştım cebimdeki bozuk paraları da gözlerini benim üzerime dikmiş bakan küçük yaştaki komilerin bakışları eşliğinde bahşiş kutusuna atıp dışarı çıktım. Dışarıda beni bekleyen bir arabam soförüm veya bir taksi olsaydı daha havalı olurdumya yoktu işte. Kendimi yine sokaklara bıraktım. Gezdim dolaştım karanlık çökene kadar.
Gününü nasıl geçti
İnanılmaz güzeldi dilediğimce gezdim dolaştım. Sanki yeniden dünya ya gelmiş gibiyim
Böyle hissetmene çok sevindim
Keşke sende olsaydın
Nerede işten güçten fırsatmı var
O akşam kendimi ilk defa iyi hissediyordum, onca kötü geçmiş zamandan sonra. Çarşıdan aldığım hediyeyi Aysel e verdim. Gümüş bir yüzük almıştım ona özenle tasarlanmış ince bir işçiliği olan bir yüzüktü. Hemen parmağına taktı çok mutlu oldu bunu gözlerindeki pırıltıdan kolaylıkla anlayabiliyordum. Gümüş takıları ne kadar çok sevdiğini çok eskilerden biliyordum zaten. Günler ardı ardına geçip gidiyordu. Aysel den habersiz bir günlük bile tutuyordum. Bazende küçük öyküler denemeler ve şiirlerde yazıyordum gece olup şehir karanlığa teslim olduğu zamanlarda. Kendimle başbaşa kalmak çok hoşuma gidiyordu gecenin o saatlerinde pencerinin önünde bir başıma. Kimbilir belki bir gün dergide de yayınlanabilirdi. Aysel her akşam düzenli olarak çalışma masasında harıl harıl çalışıyordu işleri bir an önce bitirebilmek için. Yazılarımdan birini okutmak istiyordum ona. Acaba nasıl karşılayacaktı okutsammı okutmasammı diye saatlerce düşündüm. Kimbilir belkide bir fırsattı bu benim için. Yıllardır biriktirdiğim hikaye lerim masallarım bir kitap olarak tekrar hayat bulabilecekti. Neden olmasınki yazdığım ve yazılmayı bekleyen beynimdeki öyküler ile hayranlıkla okuduğum yazarların öyküleri arasında çokta bir fark görünmüyordum. Bu tespitim beni birden cesaretlendirdi. Ertesi gün en çok beğendiğim yazımı temize geçirdim yeni tanıştığım bir saaf ın eski dakdilosun da. Çok heyecanlıydım. Tarifsiz bir mutluluk içinde erkenden eve geldim. Yazımın ismi yarından önceydi sade masumane yazılmış bir kısa öykü. Eski ceviz ağacından yapılmış masanın üzerine özene bezene koymdum. Hemen görülüp fark edilsin diyede kalın kapaklı oldukça hacimli bir kitapla arkasını destekledim. İlk bakışta, bir veda mektubunu andırıyordu. İnsanın türlü türlü senaryolar düşünmesine sebep olacak bir mektup. Odamda yatağıma sırt üstü uzanıp tavanı seyrederken deklemeye koyuldum. Acaba güzelmiydi öyküm nasıl karşılanacaktı. Bu soruları sorarken kendi kendime diğer taraftanda tekrar tekrar silip yeniden yazıyordum öyküyü kafamda. Kaç defa yazıp sildim bilemiyorum. Ara sıra kalkıp pencereden dışarıyı seyrediyordum. Sonra tekrar yatağa giriyordum heyecanla. Aysel in gelmesini bekleyemeden uyuya kalmıştım. Sabahın ilk ışıkları odamın içini doldurup her yanı aydınlattığında uyandım. Uykulu mahmur gözlerle solona açılan kapıdan içeri girdim. Aysel in çalışma masasının yanından geçerken bir yazı gördüm benim öykümün üzerine konmuş. Önce lavaboya koştum elimi yüzümü telaşla yıkadım. Kendime geldiğimi anladıktan sonra Aysel in yerine oturup benim için bırakılmış notu okudum. Çok detaylı ve profesyonelce yazılmış bir eleştiri yazısıydı. Olumlu içeriği doğrusu beni çok mutlu etmişti. Nelere dikkat etmem nereleri düzeltmem gerektiği hakkında çok kapsamlı bir klavuz gibiydi. Aysel bu dostane yaklaşımıyla ne kadar iyi bir insan olduğunu tekrar ispatlamıştı.

O sabah erkenden çıktım evden. İçimde tuhaf bir korku vardı tarif edemediğim. Dışarı çıktığımda güneş yine pırıl pırıl yine benim için doğmuştu sanki. Gökyüzünün sonsuzluğu her günkü gibi cezb ediyor kendine hayran bırakıyordu yine beni. Ama bir de tanımlayamadığım isimsiz bir korku vardı içimde beni takip ediyordu. Nefesini ensemde hissedebiliyordum. Fakat nereden geldiğini kimden geldiğini çözemiyordum. Bu günün değişik ve öncekilerden daha güzel geçmesini istiyordum. Günlüğmüde yanıma almıştım herşeyi anı anına not alıp ölümsüzleştirmek için.

Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda yürüyordum yerlere özenle döşenmiş taşları saya saya. Bir taraftanda içime gelip çöken korkunun sebebini sorguluyordum. İki tarafıda yüksek taş duvarlarla sınırlanmış dar bir yoldan geçiyordum içimdeki tedirginlikle. Duvarlardan sarkan sarmaşık güllerini ve mevsim çiçeklerini durup durup kokluyordum. Sonra bir tane gülü koparttım ve koklaya koklaya yoluma devam ettim. Elimdeki pembe sarmaşık gülünün kokusu içimi biraz olsun ferahlatmıştı. Günlüğüme yazacaktım bütün bu duyguları. Beni sarıp sarmalayan bu güzel hisi. Ayak sesleri duymaya başladım arkamdan sinsice yaklaşan. Birden dönüp dönüp baktığımda hiç kimseyi bulamıyordum her seferinde. Sadece boş sokaklar arada bir tanımadığım yabancı insanlar vardı. İyice paranoyak oldun diyordum kendi kendime. Ama sürekli birinin beni takip ettiğini hissedebiliyordum. Kim olabilirdi. Aysel olamazdı o saatte işte oluyordu zaten başını kaşıyacak vaktide yoktu kızın. Hem neden takip etsinki. Peşime takılan bir erkek de olabilirdi. Fakat kim bir türlü bulamadım. Sesler giderek yaklaşıyordu. Dar kimisi için ürkütücü, benim içinse tarih kokan sokakları arkamda bıraktım. Dört bir yanı açık henüz kalabalıklaşmamış, pek te büyük olmayan bir meydana çıktım. Ayak sesleri halen arkamdan geliyordu. Kim olduğunu ve başıma neler geleceğini bir süre sonra anlayacaktım. Çevik bir hareketle bana göre sağ tarafta gelişi güzel park edilmiş siyah lüks arabanın arkasına atladım ve beni sesisce takip edeni görmeye çalıştım. Beni takip eden bir erkekti saçı sakalına karışmış üzerinde kot pantolon ve siyah bir tişört vardı. Kir pas içindeydi. Yüzünü seçemedim bir bakışta. Benimle aynı anda o da bir çöp bidonunu arkasına atladı sonra hiç arkasına bakmadan koşarak uzaklaştı. Kim olduğunu ilk bakışta çıkaramadım fakat yabancıda gelmedi hiç. Bir göz aşinalığı vardı ama nereden. Durup biraz düşündüm beni neden takip etsinlerki çantamı çalmak içinmi, yoksa taciz etmek içinmi bütün bunlar için böyle zahmetli bir takibe gerek yoktu. Zira girdiğim yürüdüğüm sokakların çoğu boş ve tenhaydı. İsteseydi hemen tacizde ederdi çantamıda çalabilirdi. O adamın derdi başkaydı. Ama neydi tanıdık birinede benziyordu. Fakat bir türlü çıkartamamıştım. Tarifsiz bir korku çöktü içime o gün. Tıpkı herşeyi geride bırakıp geldiğim o kabus dolu evdeki gibi hissetim bir an kendimi.

Türlü türlü duygulara kapıldım sonra yavaş yavaş teker teker dağılıp gittiler beynimin ve kalbimin labirendlerin den. Tıpkı gökyüzün de dağılıp her tarafa yayılan, beyaz bulutlar gibi.

Derin bir nefes aldım akciğerlerimin en ücra köşelerine kadar. Hiçbir şeyin günümü mahvetmesine izin vermemeliydim. Kendimi ve bütün cesaretimi toparladıktan sonra beni korkutan bütün yaşanmışlıklardan korkmadığımı ıspatlamak için bu yola çıktığımı anımsadım ve yoluma devam ettim.

Bundan sonra daha dikkatli olmalısın diye uyardı beni Aysel akşam yemeğini yerken masada. İçimdeki duygusal sarsıntıyı biraz olsun dengelemek için eve geldiğimde ilk işim mutfağa girip yemek yapmak oldu. Çeşit çeşit yemekler Hem benim hemde Aysel in en çok sevdiği beğendiği yemekleri yaptım. Yinede içim hiç rahatlamadı. Tıpkı eskiden olduğu gibi yemek yapmak beni hiç ferahlatmadı. Karakola gidip şikayetçi olmam gerektiğini tembihliyordu Aysel durmadan. Kimi ne için şikayet edecektim bilemiyordum. Karanlık iyice teslim almıştı yeryüzünü. Pencereden tek bir ışık süzmüyordu odamın içine. Gözüm karanlıktan başka bir şey görmüyordu. Abajuru açtım etrafa yaydığı cılız ışıkta o gün yaşadıklarımı günlüğüme yazdım. Çok ürkmüştüm bir tavşan gibi. Avcıyı gören bir ceylan gibiydi yüreğim sayfanın son satırını yazarken. Oysa ne güzel hayallerle çıkmıştım o gün o kabus evinden. Acaba kimdi yatağın üzerinde sırt üstü yatıp karanlık tavana bakarken binlerce defa sordum bu soruyu kendime. Kimdi kimdi kimdi kimdi. O eski korkunç günler gerimi geliyordu yoksa. Saatler yıl gibi geçiyordu o gece uyumak istiyordum yeni doğmuş hiçbir kötü anısı olmayan bir bebek gibi tertemiz ve korkusuzca.

KABUS

Yine sebepsiz ürkütücü bakışlarını üzerime dikti. Meyhanede içkinin ölçüsünü fazla çaçırmıştı. Köprü altına uğrayıp üzerine bir de esrar çekip iyice kendinden geçtiğini anlamak hiçte zor değildi. Bakışları giderek yoğunlaşıp saldırgan kimliğine bürünüyordu her zamanki gibi. Elleri zangır zangır titriyordu. Tahtanın önünde sözlüye kalkıpta öğretmenin soracağı soruları heyecanla bekleyen bir ilkokul talebesi gibi ne yapacağını ne soracağını bekliyordum. Gözlerimi kıpkırmızı olmuş gözlerinden kaçırıp başım önde yere bakıyordum korku ve tedirginlik içinde. Halbu ki gözlerini oymak istiyordum onun hiç acımadan. Bana yaptıklarının hesabın tek tek sorup intikam alma arzusu ydu beni ayakta tutan yegane sebebim. Ayaklarının üzerinde durmakta güçlük çekiyordu. Düştü düşecek derken birden gücünü toprladı ve gaddarca bir kahkaha attı. Odanın içi onun sesiyle yankılanmaya başladı. Sonra ahşap masanın üzerinde duran eski güzel günlerden kalma kristal vazoyu sol eliyle kavradı ve üzerime doğru canice yürüdü ne yapacağımı bilemez korku sarmalı içinde pencerenin önünde duran çiçek desenli üçlü koltuğun arkasına atlayıp saklandım. Yapma ne olursun vurma Tanrı hakkı için. Ne kadar yalvardıysamda dinlemedi önce kristal vazoyu başımda bin parça olacak bir sertlikte kırdı. Sonrada vücudumun değişik bölgelerine sorgusuz sualsizce tekmeler attı. Yüzüm gözüm her tarafım kan revan içinde kaldı. Sesimi bir duyan olur diye acı içinde sürünerek pencerenin önüne ulaştım ve ağlaya hıçkıra yardım istedim. Gecenin o saatinde sesimi duyan hiç kimse olmadı. Herkes çoktan uykuya dalmıştı tatlı rüyalarından uyanmak istemiyordu hiç kimse.

Kalkıp bana yaptıklarının hesabını somak istedim fakat elimden hiçbir şey gelmdi pencerenin önüne olduğum gibi yığılıp kaldım acı ve nefret içinde. Oysa tekli koltuğa kuruldu yorgun nefes nefese kaldı. Zafer kazanmış bir edayla bana bakıyordu nefret dolu bakışlarıyla. Vazonun tuzla buz olan parçaları üzerinde ayaklarım kanaya kanaya yürüdüm. İçimdeki tek duygu intikamdı. Öfkeyle baktım bir süre ona, karanlık gecenin içinde. Oysa bir ruh hastasının bir psikopatın soğuk kanlılığıy la bakıyordu bana. Kanım domuş nefes alamıyordum.

Hayır, hayır diye bağırarak uyandım birden pijamalarım yatağım ter içinde kalmıştı. Kalktım odanın penceresini açıp hava aldım bir süre sonra su içmek için mutfağa gittim. Su içerken sesime uyanan Aysel geldi yanıma. Ona gördüğüm kabus u anlattım beni sabırla dinledi. Bu eve geldiğimden beri gördüğüm ilk kabus tu bu çok korkmuştum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Aysel bütün korkularımı bastırmayı başardı teselli edici sözleriyle. Uzun sayılamayacak kadar bir süre konuştuk sonra ikimizde yataklarımıza girip uyuduk. O korkunç rüya dünde kalmıştı benim için yep yeni bir gün vardı yaşanmayı bekleyen.

İlk karşılaşma

Akşam karanlığı çökeli epeyce oldu. Küçük bir barda oturup sahnede gitar çalıp şarkı söyleyen uzun saçlı genç müzüsyeni diliyor diğer yandan da sıcak çerez eşliğinde bir bardak soğuk bira içiyordum. Bu bara dün gece de geldim çok güzel bir yerdi. Fırsat buldukca hep gelecektim. Sahnedeki solist ingilizce söylediği şarkısını yavaş yavaş bitirdi. Alkış kıyamet. Her molada karşısındaki masada oturan kendisi gibi genç bir çocuğun yanına gidiyor üç beş dakika sohpet ediyor sonrada gitarının başına geçip biriken istekleri tek tek çalıp söylürdu. Yanına gittiği genç adamın öğrenci olduğu ilk bakışta kolaylıkla anlaşılıyordu. Onu ilk defa görüyordum. Dün gece yoktu bu barda hiç hatırlayamadım. Başını ara ara çevirip beni süzüyordu baştan aşağı iç çekerek. Gözümden kaçmamıştı benimle ilgilendiği. Çok garipti bakışları hiç ürkütmüyordu aksine hoşuma gitmeye başlamıştı. Ben de ona baktım küçük içten bir gülümseyişle. Müzik yine durdu solist alkış sesleri içinde yine arkadaşının yanına gitti. Bir süre bana bakıp sesizce birşeyler konuştular. Ne konuştuklarını hiç merak etmiyordum. Öyle bir tavır takındım yapmacık. İlgi görmek çok hoşuma gidiyordu. Yıllardır unuttuğum bir duyguyu yaşıyordum. Önümdeki biradan bir yudum içtim umursamaz bir edayla. Kuru yemişler bitti bitecek garson az önce ısmarladığım meyve tabağını getirdi. Çok güzel bir tabak hazırlamışlardı özene bezene. Oldum olası sevmişimdir meyveleri o yüzden hemen yemeye başladım büyük bir iştahla tabaktakileri çevredekileri hiç umursamadan. Çocukken annem yavaş ye boğulacaksın derdi hep. Annemi çok özledim beni korumsını azarlamalarını, sarılmalarını çok özledim. Bir tabak meyve bütün bunları hatırlattı şimdi bana. Ağır tempolu romantik bir şarkı çalmaya başladı. Ben annemi anımsayıp duygulanırken genç adam elinde bira bardağı ile gülümseyerek yaklaştı ve gözlerimin içine heyecanla bakarak merhaba ben Oğuz oturabilirmiyim dedi. Ayağa kalktım bir an tökezleyerek bende Sibel tabi buyurun oturun dedim. Bira bardağını masama bıraktı ve sohbet etmeye başladık çok samimi çok içten biriydi. Onu bara müzisyen arkadaşı Erol davet etmiş. Felsefe üçüncü sınıf öğrencisiyim dedi. Zaten konuşmalarındaki derinlikten kolalaylıkla anlaşılıyordu felsefeye olan merakı. Saatlerce sohbet ettik, ara sıra arkadaşından şarkı çalmasını istiyordu. Erolda hemen çalıp söylüyordu. Bir mola anın da beni arkadaşıyla tanıştırdı. Artık, yeni geldiğim bu şehir ve bu bar da iki arkadaşım daha olmuştu. Beni çok gizemli ve keşfe değer bulduğunu söyledi Oğuz. Sürekli görüşmek istediğini defalarca tekrarladı durdu bütün gece. Aramızda bir hayli yaş farkı olmasına rağmen birlikte olmayı kabul ettim olnunla. Birkaç gün üst üste onun evinde görüştük. Çok özlediğim bir duyguydu bu birkaç gün içinde yaşadıklarım. Sanki dünya ya yeniden gelmiş gibiydim.

Sevgili günlük, hayat bazen insanı en savunmasız en mağsum yerinden vurduğu gibi bazende hiç beklemediği hiç hesaba katmadığı ve unuttuğu bir zaman da dünya yı onun istediği hayalini kurduğu yöne doğru çeviriyor. Bu gün duyduğum en güzel ve en derinlikli söz dü bu Oğuz dan. Gecenin zifiri karanlığının yeryüzünü tamamen esir aldığı katran karası bir saatte günlüğümle o gün yaşadıklarımı teker teker paylaştım. Tıpkı ondan önceki günlerde yaşadıklarımı paylaştığım gibi. Günlük tutmak çok hoşuma gidiyordu inanılmaz bir keyif alıyordum. Ne yazarsam yazayım ne söylersem söyleyeyim hiç sorgu sual etmeden bağrının her köşesinde saklıyordu bütün sırlarımı. İşkence de etseler unutup tozlu bir sandığada koysalar hiç kaybolmuyordu sayfalarına kazınan sözler. O kadar sadıktı yani arkadaşına sırdaşına. Keşke insanoğluda bu kadar sadık olabilseydi verdiği sözlere aldığı sorumluluklara karşı. Kimbilir belki bütün bu hercailiklerinden vazgeçerdi insanoğlu da günün birinde. Bu eve geleli henüz birkaç hafta oldu fakat istenmeyen kötü ve ürkütücü bütün anıların bedenimde yarattığı etkilerinden kurtulmuştum neredeyse. Ruhumun en derinine kadar işleyen ve beni ben olmaktan çıkartan korku imparatorluğuna açtığım savaşta her gün yeni bir zafer elde ediyordum. Yalnızca ben vardım artık. Birde bana hak ettiğim değeri fazlasıyla verenler vardı hayatımda paylaşımlarımda. Gece yeni gündüze doğru iyice evrilip yaklaştı zifiri karanlık ince ince yırtılıyordu sabahın ilk ışıklarıyla. Günlüğümün bana bu gece ayırdığı sayfayıda bir kuyumcu hssasiyetiyle tamamen doldurdum. Gecenin aydınlığa sırt cevirmiş karanlığını çok cılız bir ışıkla aydınlatan gece lambasının düğmesini kapattım ve odamı tamamen doğal haline teslim ettim. Böylelikle güneşin sonsuz ve görkemli ışıklarının paha biçilemez değeri çok daha iyi anlaşılacaktı karanlıkla mücadale eden iç dünyamdaki iyilik savaşçıları tarafından. Ruhumdan ve bedenimden söküp atmaya kararlıydım bütün o istenmeyen yaşanmışlıkları sabah olduğunda.

Oğuz un gözünden ben

Bir kadının bir başka kadın ile olan sorunu bir erkekle olan sorunundan daha karmaşık ve derindir. Bu gerçek kadının kendisini yeterince iyi tanıyamamasının önünde ki en büyük engeldir. Oysa ben senin kendini yeterince iyi tanıyıp bu gerçeği değiştirebileceğine inanıyorum.

Serin sulardan çıkıp kızgın kumlarda ayaklarının altını bile isteye yakmak gibidir kendini yeterince tanımadan teslim olmak karşı cinsine. Hem kadın hem de erkek için. Oldukça derin bir teori. Saatlerce seviştikten sonra felsefe yapmak çok hoşuma gidiyordu. Gide gide benim de ilgi alanıma girmişti bu sohbetler. Sorduğum her soruya tatmin edici cevaplar alıyordum. Onun yanında zamanın nasıl geçtiğini hiç far edemiyordum. Kimbilir belkide fark etmek istemiyordum. Büyülü bir ışık sarıp sarmalıyordu dört bir yanımı sanki. Mutfaktan iki kahfe fincanıyla çıktım sohbet arasında. Benimki sütlü onunki ise sadeydi kendi deyimiyle zehir gibiydi. Zihnin daha hızlı çalışmasına yardımcı oluyormuş kahve ikide bir tekrarlıyordu bunu. Bende giderek sevmeye başlamıştım kahveyi tadı kokusu bir başka güzel görünüyordu gözüme damağıma. Tepsiyi yavaşça eski sehpaya koyarken gözleri sürekli bendeydi benimkilerde onun çocuksu hayran hayran bakışlarına kilitliydi. Mühebbet bir mahkum gibi. Daha kaç zaman sürecekti bu birliktelik bilemiyordum. Ama asırlar boyu devam etmesini bütün kalbimle istiyordum hiç kuşkusuz. Bir an gözlerimi gözlerinden kaçırıp odanın içini dolaşmaya başladım. Küçük bir bekar evinde ilk göze çarpan kitaplıklar olmuştur benim için her zaman. Raflardaki eski kitapları tıpkı bir koleksiyoner edasıyla inceledim tek tek diğer yandanda kahvemi içiyordum kokusunu içime çeke çeke. Oysa olduğu yerden beni izliyordu merak dolu bakışlarıyla. Kahvesini çoktan bitirmişti sana kahfe falı bakmamı istermisin diyecek oldum bir an. Sonra böylesi inanışlarının olmadığını söylediğini hatırladım ve haçup olup hiçbir şey söylemeden sustum. Yerinden yavaşça kalkıp kendinden fazlasıyla emin adımlarla yanıma yaklaştı. Sonra bir kitap aldı tozlu faf tan elini omuzumun üzerinden uzatarak. Eski siyah karton kapaklı kitabı burnum a doğru uzattı yaşça. Kokladım sonra kendi burnuna götürüp gülümseyerek kokladı oda. Tıpkı senin gibi eşsiz ve çok gizemli bir eser bu mutlaka okumalısın dedi. Bu, iç gıcıklatan sözler çok hoşuma gidiyordu. Kendimi yeniden domuş gibi hissediyordum. Belkide onun dediği gibi kendimi daha iyi ve derinden tanımaya başlıyordum.

Kitabı elinden usulca aldım sonra beraber yerimize oturduk türkuaz rengi ikili koltuğa. Kitabın sayfalarını heyecanla açıp okumaya başladım okumayı yeni öğrenen bir llokul çocuğu gibi gür bir sesle. Bir an çocukken sınıfta arkadaşlarıma neşeyle anlattığım hikayeler i hatırla dım. Tuhaf bir duygu sarıp sarmaladı beden imi. Odanın rengi havası değişiverdi bir an gözümde. Kendin olmaktan asla korkma diyordu bir yazının girişinde. Kendin olmaktan asla korkma, kendin olmaktan asla korkma birkaç kere tekrarladım durdum bu cümleyi. Sonra ayağa kalktım ve bir bilge edasıyla Oğuz a döndüm ve yüzüne bakarak ona da okudum bu cümleyi. Kendin olmaktan asla korkma. Gülerek alkışladı beni bir süre. Çok hoşuma gitti ve geçici bir sarhoşluğa kapıldım kısa bir süre. Gülmek, düşünmek, sevmek sevilmek bütün bunlar çok güzel duygulardı. Akşam olup kendimle başbaşa kaldığımda yazacaktım bütün bu hissettiklerimi günlüğüme. Keşke daha once tanısaydım seni o yanlış kabus dolu evlilği yapmadan önce. Kitabın bütün sayfalarını çevirip tamamını olmasada bazı bölümlerini okudum. Zaten hangi sayfada ciddiyetimi takınıp okumaya başlasaydım, hemen araya girip ezbere devam ediyordu Oguz. Belki bin defa okumuştu bu kitabı. Bir kitabı baştan sona kadar hiç şaşırmadan okumak büyük yetenek ve sabır isterdi herhalde. Al bu kitabı sana hediye ediyorum içinde kendini bulacaksın dedi. Çok mutlu oldum. Kitabı masanın üzerinde duran çantama götürüp koydum. Tam o anda kapı dışarıdan anahtarla açıldı. Gelen ev arkadaşıydı. Selam verdikten sonra gitarını bir kenara koydu biraz mahçup birazda heyecanla özür dileyerek kendi odasına gitti. Doğrusu ikimizde biraz kızarıp bozardık ama hiç fark etmezdi. Nasıl olsa oda ilşkimizi biliyordu.

En çok sevdiğim şarkı çalıyordu istek üzerine. O gece Aysel i de davet ettim o da beni kırmayıp geldi bara. Beraber sahneyi sol çaprazdan gören bir köşede oturup içkilerimizi içtik. Her yarım saatte bir küçük beyaz kağıt parçalarına çoğunun modası geçmiş şarkı isimleri yazıp siyah pantolon beyaz tişört giyinmiş kısa boylu garson aracılığıyla Erol a ulaştırıyordum. O da güleç gözleriyle bana bakıp hemen çalıyordu itediğim şarkıyı hiç üşenmeden. Bu durum çok hoşuma gidiyordu. Önemsenmek isteklerimin karşılık bulması güzel bir histi. Eğleniyordum ama biraz kaçırmıştım ölçüyü. Bunu Aysel in öf çok fazla oldun abartmaya bir son versen artık diyen yüz ifadesinden anlamıştım. Biraz sıkmıştım onu. Onca işinin güçünün arasında biraz stres atıp rahatlaması için getirmiştim oysaki onu. Fakat fazla rahat davranışlarım onu çok sıktı. Nede olsa benim kadar çok çıkamıyordu geceleri dışarı. Sürekli çalışmak zorundaydı mesleği gereği. İçkilerimizi karşılıklı olarak bitirip garson un yenilerini getirmesini beklerken bir sessizlik oldu birden bire. Bütün bar halkını davetsis bir hüzün esir aldı. Oflayanlar pöfleyenler şarkı bitmişti. Az sonra büyük bir çoşkuyla alkış tufanı koptu. Tezahurat sesleri tekrar kendine getirdi eğlenmekten umdunu kesmiş olanları. Herkes yeniden doğmuş gibi oldu birden tıpkı bahar da bir çiçeğin açılma anı gibiydi o an, çoşkulu renga renk. Erol her zamanki gibi utangaç ama güleç yüzüyle yanımıza yaklaştı ve yan masadan beyaz bir sandalye çekip yanımıza oturdu. Tanışma faslını kısa tuttuk. Zira çok az bir zamanı vardı. Bu gün formundasın repertuarınıda oldukça genişletmişsin dedi. Sende çok güzel söylüyorsun ne yapayım diye karşılık verdim gülümseyerek. Günah çıkartmayıda hiç beceremiyordum oldum olası. Kendim olmaya çalışıyordum ben sadece. Müzik tekrar çalmaya başladı. Doğanın tekrar canlanması bir kadının umudunu yrniden geri kazanması gibiydi müzik. Boşuna ruhun gıdası dememişler bu büyülü sanat dalı için. Herkes tekrar kendine geldi. İçkiler içilmeye sohbetlerde kalındığı yerden tekrar devam edilmeye başlandı. Bütün bunlar hesapsızca yaşanırken, Aysel in hayranlıkla karışık şaşkın bakışlarını üzerimde gördüm. Bendeki bu hızlı değişimi anlamaya çalışıyordu sanki gözlerindeki ifadeden bunu anlamak hiç te zor değildi. Yaşadıklarım hissetiklerim çok ama çok güzeldi. Bana sonsuz mutluluk veriyordu. İyiki de gelmiştim Aysel in yanına sorgusuz sualsiz kabul etti beni evine yaşamına. Ona minnet borçluydum. Zaten kimseside yoktu. Ne bir eş ne de bi sevgili sadece işi vardı dört elle tuttuu. Çok güçlü bir kadındı Aysel. Birden neşeli kıpır kıpır bir parça çalmaya başladı hiç beklemediğimiz bir anda. Herkes partneri yle piste fırladı birden tenefüs zili çaldığında soluğu bahçede alan küçük öğrenciler gibi. Çılgınca dans etmeye başlandı.

Bu gece ben de partnersiz olduğum için Aysel in elinden tutup dansa kaldırmayı teklif ettim. İlk önce biraz nazlandı utandı ama onu ikna etmeyi başardım inatla. Ortaya çıktık çılgınca dans etmeye başladık hiçbir şey düşünmeden. Müzikle birlikte biz de çoştukça çoşuyorduk. İkimizde ayaklarımızı kontrol edemiyorduk müziğin büyülü gücü teslim almış istediği gibi hükmediyordu ayaklarımıza kollarımıza ve bacaklarımıza. Sanki bu sefil dünyanın dışında başka bir gezegendeydik. Kuşlar kadar özgür aslanlar kadar güçlü ve cesurduk gece boyu. İyi ki de geldik burası çok güzel inanılmaz derecede eğlendim yıllardır özlediğim bir duyguyu yaşadım

Buna çok sevindim birde gelmem diyordun öyle yerlere
İyiki de gelmişim bütün negatif enerjimi attım tüy gibi hafifledim
Tabi ya hep iş hep iş birazda yaşamak lazım

Masamıza tekrar geçip oturduk, kalabalğı yara yara. İkimizde çok yorulduk ama hiç şikayet çi değildik. Son içkilerimizi de bitirip biraz dinlendik. Gece bitirmişti nihayet, bardan sarmaş dolaş kol kola çıktık. Bu Aysel çok tuhaf bir kadındı aşırı kuralcı olmasına rağmen yinede araba kullanmakta ısrar ediyordu sarhoş sarhoş. Şehrin bütün ışıkları sönmüş sadece binaların arasından süzen ay ışığının ve yol kenarlarındaki sokak lambalarının aydınlatmaya çalıştığı yollardan hiçbir kurala uymadan hızla geçiyorduk. Neyseki hiç kimse yoktu yollarda. Ne bir trafik polisi ne de bir çevirme sadece bizim gibi birkaç tane kendinden geçmiş vardı o kadar. Onlarda kendilerinden habersizdi zaten.

Saatler sonra gece bitmişti. Gün doğdu sonunda sabah oldu. Her şeye bütün yorgunluğuna rağmen Aysel yine erkenden uyanıp işe gitmişti. Giderkende hiç üşenmeden salondaki panoya kolaylıkla görebileceğim büyüklükte el yazması puntolarla alışveriş listesi asmıştı. Altında da dün gece için teşekkürler yazıyordu renkli kalemlerle. Renkli kalemlerle yazması memnuniyrtinin belirtisiydi.

Zorlu bir gün beni bekliyordu. Bir de hiç sevnediğim o sıkıcı alışverişler vardı yapmam gereken. Masada oturup kahvaltı yaparken biraz düşündüm. Hayatım çok hızlı değişiyordu engelleyemiyordum. Kendi bildiğini okuyan laf anlamaz bir ergen gibi akıp gidiyordu yaşam. İpleri kendi elinden tutmuş gideceği yön belirsiz. Bazen kontrolümün dışına çıkıyordu. Bunu fark ettim o gün sabah uyandığımda. Kahvaltının tadına daha iyi varabilmek için odanın pencerelerini sonuna kadar açtım evin içi güneşin cömert ışıklarıyla aydınlanıp doldu. Hafif, hafif esen bahar rüzgarı da odanın içine girdi sonra teker teker bütün odaları dolaşıp doğanın en temiz kokusuyla evi en ücra köşelerine kadar canlandırıp mis gibi yaptı dört bir yanı. Rüzgar ın ve güneş in bu yoldaşlığı iştahımı alabildiğince açtı. İşte dedim kendi kendime işte kirlenmemiş dengesiyle oynanmamış doğanın en güzel nimeti bu. Keşke insanoğluda böyle uyum gösterebilse birbirlerine karşı. Kimbilir belki bu da doğanın bir kanunu bir sınavıydı bilinmez. Kahvaltı masasında ne var ne yok yedim bitirdi.

Rafadan yumurta zeytin peynir bir de çilek reçeli Aysel in en çok sevdiğinden ev yapımı hepsini yedim büyük bir iştahla. Yaşantım tıpkı ruh halim gibi çok hızlı değişiyordu. Bazı olaylar sanki hiç yaşanmamış. Bazı yaşanmamışlıklar da yaşanmaya çalışıyordu. Kafamın içi karma karışık çözemiyordum. Salon un, köşesinde eski bir sehpanın üstünde üzeri beyaz el işi dantatellerle örtülü kahverengi bir gramafon vardı öyle terk edilmiş sessiz duruyordu orada. Dolaptaki kitapların yanında taş plak lar duruyordu eski siyah beyaz zamanlardan miras kalma. Dolabın kapısını işini titizlikle yapan bir kuyumcu hassasiyetiyle açtım ve rast gele bir tane plak seçtim. Kapağının üzerinde naif yüzlü saçları kadim zamanların modasına göre kesilmiş esmer güzel bir kadın resmi vardı. Siyah beyaz resimler çocukluğumdan bu güne kadar hep ilgimi çekerdi. Gizemli gelirdi nedense. Keşke ben de o zamanlarda yaşasaydım derdim kendi kendime. Halende aynı fikirdeyim. Kapağın içinden plağı yavaşça çıkardım ve gramafona doğru yürüdüm içim kıpır kıpır. Plak gıcırtılar eşliğinde çalarken kapağın üzerindeki resime bakıyordum. Pencerenin önündeki tekli koltuğa iyice gömüldüm ve kendimi melodilerin büyüsüne teslim ettim. Kadının sesi de yüzü gibi naif ve yaşam doluydu. Beni alıp kendi zamanına götürdü söylediği şarkıyla. Tarifsiz bir rahatlık ve özgüven vadı içimde. Hiç aklıma gelirmiydi günün birinde bu kadar huzurlu ve özgür hissedeceğim kendimi. Defalarca çevirip çevirip dinledim şarkıları. Her defasında ayrı keyif aldım. Tıpkı benim masallarımla neşelene çoculkar gibi mutlu oldum o gün. Ama yapılacak bir yığın iş vardı beni bekleyen bir an önce orlağı eski haline geri getidim ve dışarı çıktım.

İkinci karşılaşma

Ölümün korkusuna ve öldürme isteğinin acizliğine tanıklık ettim yıllar yılı. Peşime tekrar düştüğünü öğrendim eski bir dosttan. Ara sıra yeni evimin etrafında dolaşıyormuş saçı sakalına karışmış perişan bir halde. Görgü tanıklarının tarifinede aynen uyuyordu. Eski eşimdi bu. İntikam almak istiyordu onu terk ettiğim için bunu bekliyordum doğrusu. Peşimi bırakmayacaktı hiç. Etrafımda arkamda beni bir gölge gibi takip ediyordu. Yeni arkadaşlarımı tehtit ediyor, beni huzursuz etmek için aklına gelen her yol u deniyor her oyun a baş vuruyordu.

Bir insan ne kadar hayvanlaşabilir. Ya da insan olmaktan ne kadar uzaklaşabilirdi. Bu soruların cevaplarını bir türlü bulamıyordum hayalci beynimin sonsuzluğunda bir yanıtı yoktu nasıl insan olmaktan uzaklaşılacağının. Ben insan olmayı tercih ettim cesur ve iyi yürekli bir insan. Bunun tam tersini tercih edenlerde vardı elbette hem de faslasıylayla. İyi bir kalp taşımak tıpkı masallar da ve her akşam günlüğümde yazdığım öykülerdeki gibi yaşamayı ve yaşatmayı seven küçük bir çocun bakışlarındaki gibi. Korkmuyordum artık geçmişimle yüzleşmekten. Göz göze gelmekten beni en savunmasız çağımda esir alandan.

O gecenin diğerlerinden farklı olacağını hissetmiştim iliklerime kadar. Oğuz un bütün ısrarlarına rağmen tek başıma dönmekte kararlıydım eve. Gecenin ürperten karanlığı içinde bütün özgüvenimle yürüyordum kaldırmlarda beni bekleyen bilinmezliğe doğru. Ara sokaklardan geçiyordum. Sarhoşlara duvar diplerinde unutulmuşlara laf atanlara hiç aldırmadan. Geçip gidiyordum hiç tereddüt etmeden karanlığı yara yara. Kendimi daha önce hiç bu kadar kararlı hissetmemiştim. Kazanmak için hızını hiç kesmemesi gerektiğini bilen bir yüz metre koşucusu ile aynı duygular içindeydim sadece kazanma arzusuna kilitlenmiştim. Zira tek kurtuluş buydu benim için. Belkide yıllar önce yapmalıydım bunu. Ayak seslerini duyuyordum arkamdan yaklaşıp gelen. Dönüp bakmadım hiç bir kez olsun sadece yürüdüm daha hızlı yürüdüm. Ben hızlandıkça hızlanan yavaşladıkça yavaşlayan sesler duyuyordum peşimde. Bir anormallik vardı bu sefer adımlarımı takip eden ayak sesleri sanki birilerinden kaçıyordu garip bir telaşla. Saatlerdir dönüp dolaşıyordum şehrin kendisinin bile unuttuğu sokaklarında caddelerinde. Ayak sesleri sesizleşti. Tempomu düşürdüm yarı yarıya acaba vazmı geçti diye düşünerek aklımdan geçirdim. Değişik iyimser kurgular yaparken hayal dünyamda evin olduğu sokağın başında buldum kendimi. Işıklar yanmıyordu beyez tül perdelerde hiç açılmamıştı. Eve doğru kararlı ve kendinden emin adımlar atarken eilimi çantama götürdüm. Fermuarı yavaşça açtım ve çantanın içinde dış kapının anahtarını ararken birden bire büyük uzun bir gölge beliriverdi ayaklarımın önünde.

Arkamdan hiçbir kulaklağın duymak itemeyeceği türden ürkütücü bir kahkaha işittim önce, sonra iki eliyle saçlarımı çekip başımı yere doğru eğdi. Beni tanıdınmı kolaymı benden kaçmak diye o bilidik söylemlerini ardı ardına sıralamaya başladı ağzından salyaları aka aka. Bir an o kabus dolu günlere gidip geri döndüm. Gözümün önünden gelip geçtiler tekrar tekrar. Çok korkuttu beni zaman içinde yaptığım bu kısa yolculuk. Dönmek itemiyordum bir daha o cehennem kokan yaşanmışlıkların içine. Unutmak ve mağlup etmek istyordum. Saldırıları şuursuzca devam etti. Kendimi korumak için çantamı yüzüme siper ettim ama hiçbir işe yaramadı. Ringte üst üste yumruklar alıp nakault olmak üzereyken birden bire kendini toparlayan bir boksör gibi cesaretimi toparlayarak direnip karşı koydum. Yüzüne bir iki tane tokat attım. Sonra bağırıp çağırmaya başladım. Ağzıma gelen ve yıllardır yerinden çıkmayı bekleryen birikmiş bütün küfürleri ardı ardına sıraladım hiç tereddüt etmeden. Gözlerimde beliren ateş rengi bakışlar onu çok ürküttü. Şaşkın şaşkın dona kaldı kısa bir süre. Bu beklenmedik gelişme beni daha da öfkelendirdi. Az önceki hırçınlımla içimi dökmeye ağzıma geleni söylemeye devam ettim. Ama gecenin o saatinde sesimi duyan kimse olmadı. Ardı ardına yüzüme inen yumruklara dayanamıyordum artık. Küfürler ve hakaretleride peş peşe geliyordu, Ahengli bir biçimde. Ayaklarımda hiç takat kalmadı. Bütün gücüm birden boşalıp aktı parmak uçlarımda dışarı. Kendimi yerde buldum bir an. Her yer gökyüzündeki yıldızlar ay etraftaki binalar ve başım çok hızlı dönüyordu. Kendimi kontroledemiyordum. Yüzümdeki kanları elimin tersiyle silerken birden yüzüme inen yumruklar karnıma ve sırtıma atılan tekmeler durdu. Yere düştüğünü gördüm onun bana vurmaya çalışırken. Onu şimşek gibi tekmesiyle yere yığan Oğuz du. Elini uzattı ve beni yerden kaldırdı. Bir serilik hissetim iliklerime kadar. Artık güven içindeydim korkmuyordum. Koltuğumun altına girdi ve beni kaldırımın kenarında duran betondan yapılmış büyük renkli bir çiçek saksısının kenarına oturttu. kurtulmuştum artık. Kısa süre sonra tarifsis bir öfkeyle geri döndü ve yerde duran eski eşimi tekmelemeye başladı yalvarışlarına hiç aldırış etmeden.

On onbeş dakika böyle bağrış çağrış inleme sesleriyle devam etti. Çok aciz bir durumdaydı eski eşim onu hiç böyle görmemiştim. Tıpkı ürkek bir tavşan gibiydi Oğuz un karşısında. Neye uğradığını şaşırdı yüzündeki ürkütücü ifadenin yerini acizlik aldı. Karşı koyamayacağını anladı ve korku içinde kalkıp küçük bir çocuk gibi kaçmaya başladı karanlık bir sokağa doğru hiç arkasına bakmadan. Kaçarken seviyesiz küfürler edip tehtitler savurmayı da ihmal etmedi yapamayacağını bile bile. Öfke ile sevinç iç içe geçti yüreğimde. Orada ağlamaklı bitkin bir biçimde öylece olup bitenleri izledim. Çok şaşkındım. Sağa sola savrulan eşyalarımı tek tek toparlayıp çantama koydu Oğuz hiç üşenmeden. Daha sonra yanıma geldi açık bir eczahaneye gittik yavaş yorgun adımlarla. Burnumdaki kanamayı durdurduk pamukla tapa yaparak. Kaşıma ve dudağımada pansuman yapıldı. Yüzümdeki ve gövdemdeki acılar ağrılar bir nebzede olsa dinmişti fakat çok utanıyordum. O arada Oğuz un kol unun kanadığını fark ettik küçük bir bıçak kesiğiydi. Hemen müdahale etti eczacı.

Ne söyleyeceğimi nasıl özür dileyeceğimi bilemiyordum. Kol kola girmiş eve doğru dönüyorduk. Oguz yol boyunca beni teselli etmeye çalıştı hiç kırıp incitmeden. Başarıyordu da fakat ben çok utanıyordum.

Bütün bu olup bitenler bir sonun başlangıcımıydı. Yoksa yeni bir başlangıcın sonumuydu bilemiyordum. O gece bildiğim ve öğrendiğim tek duygu başka birisi tarafından kollanmak ve korunduğunu bilmekti. Bana güven veriyordu bu sevgi dolu düşünce. Ne kadar yabancısı olsamda sonunda tanımış tanışmış oldun bu iç ferahlatan hisle geçte olsa. Gecenin karanlığı güneş ışığının terk edip gitmesini kabullenmiş gibi sessiz çaresiz bekliyordu sabahın olmasını tekrar. Sokaklar boş kimse yoktu sadece başıboş birkaç kedi köpek, havlama ve miyavlama sesleri vardı gecenin karanlığına yoldaşlık eden. Apartmana çok az bir mesafe kalmıştı. Yirmi yimibeş adım ya vardı ya yoktu. Bir an önce odama gidip uyumak istiyordum. Çantamdan apartmanın giriş kapısının anahtarını çıkartıp Oğuz a uzattım. Tamda o sırada Aysel çıktı binanın sol köşesindeki portakal ağacının arkasından birden bire. Yüzümdeki yara bere izlerini kapatan beyaz sargı bezlerini pansumanları görünce gözlerinde şimşekler çaktı. Öfkesi kabardıkça kabardı. Yüzünün ifadesi tıpkı kendi çocuğunu korumaya çalışan bir annenin ifadesiyle yer değiştirdi. Bu ne hal, ne yaptın kıza hayvan diye bağır dı, önce sonra vahşi bir panter gibi hızla koşup Oğuz un üzerine atladı. Hedef gözetmeksizin tokatladı ve itip kakmaya başladı. Oğuz bu beklenmedik gelişme karşısında ne yapacağını ne diyeceğini bilmez bir halde olduğu yerde dondu kaldı öylece. Benim de Oğuz dan hiçbir farkım yoktu şaşkın şaşkın izledim olanları.

Kendime geldiğim de, Aysel i sakinleştirmek için çok uğraştım. Başıma gelenlen her şeyi kısaca özetledim ona. Az önceki utangaçlığımın yerini mahcubiyet duygusu aldı. Aysel sakinleştikten sonra özür dileyerek Oğuz u eve çaya davat etti. Saatlerce sohbet ettik üçümüz. Sanki az önce saldırıya uğrayan ben değildim. Gülüyor şakalar yapıyor eğleniyordum. Zaman kendini unutturmuş hissettirmeden geçip gitmişti. Nihayet sabah oldu. Güneş tekrar doğdu zorlu amansız birazda şaka dolu bir geceden sonra. Her yer tamamiyle aydınlandıktan sonra Aysel yine işe gitti hiç hmal etmeden. Ofiste bir süre kestirmek yeter dedi bana uykusuz ve neşeli geçen geceden sonra. Zaten çalışmazsa yoruluyordu. Tabi giderken beni de yatağa mahkum etti. Ve o gün neler yapıp yapmayacağım hakkında talimatlarını ardı ardına sıraladı yine. Onun bu tatlı hali üzerime düşmesi çok hoşuma gidiyordu. Tıpkı annem gibiydi.

Başlangıcın sonu

Kaç gün oldu bilemiyorum dışarıya adım atmayalı. Evin içinde bir odadan diğerine gide gele ezberledim kaç adım olduğunu odaların. Odamdan çıkıp mutfağa gitmek onbeş adım. Mutfaktan çıkıp kitaplığa uğradıktan sonra tekrar odama geri dönmek yirmiüç adım. Ardı arkası bir türlü gelmeyen sesiz telefonlar. Sinirlerimi iyice bozuyordu. Çıldıracak gibi oluyordum her an patlamaya hazırdım. Bir türlü peşimi bırakmayan geçmişimle baş edemiyordum artık. Düşünüyordum durmadan sınır tanımadan. Yazılar yazıyordum yazı masasında. Hercai duygular düşünceler dökülüyordu kalemimden bembeyaz kağıt lara. İçtiğim kahfeler başımı döndürüyordu. Kokusu ağırlaştıkça ağırlaşıyordu. Rengine kokusuna olan hayranlığımı bile bile döndürüyordu akılımı. Türlü türlü düşünceler sokup duruyordu kafama. Sanki içtiğim kahve değilde esrardı. Kontrol etmekte güçlük çekiyordum artık kendimi. Daha kısa bir süre önce gece ler bitmesin diye beklerken artık karanlığın çökmesini iple çeker olmuştum. Bir an önce uyumak unutmak için her şeyi. Banyoda aynanın karşısında yüzümü seyrettim saatlerce. Yüzümde gözümde oluşan vahşet izleri terk ediyordu acıta acıta yorgun cemalimi. Bu ferahlatan doğa olayı cesaretlendirdi beni biraz. Umut verdi son yaşadıklarımın ardından. Aklıma gelip yerleşen fikri uygulayabilmemin önünde hiçbir engel yoktu artık. Zaten evin içinde dönüp dolaşıp bunu düşünüyordum günlerce gecelerce. Her son yeni bir başlangıcı doğuruyor her başlangıçta yeni bir sonun muhasebesini yaptırıyordu ince ince. Korkutmuyordu beni gitmeler bunca yaşanmışlıktan tecrübeden sonra. Aysel in evine gelip yerleşeli birkaç ay olmuştu. Güzel günler geçirdim arkadaşlık dostluk içinde. Derginin son sayısında yarından önce isimli tamamen kendimi anlattığım öykümde yayımlandı sürpriz bir şekilde. Bu benim için çok güzel bir gelişmeydi. Duygu ve düşüncelerimi konuşarak değil yazarak anlatacaktım bundan böyle. Dün gece yarısı herkes uykuya teslim olmuşken kalkıp hazırladığım siyah deri bavulumu elime aldım apatmanın önüne çıktım biraz hüzünlenerek. Döndüm bir süre iç geçire geçire oturduğumuz kata baktım. Sonra bütün gövdemi yola çevirdim ve beni bekleyen bilinmezliğe doğru adım adım ilerlemeye başladım. Geride sadece o gün yaşadıklarımı yazdığım günlüğümü bıraktım birde küçük bir not bıraktım Aysel için yazı masasına. Notta şöyle yazıyordu günlüğü oku o sana emanet belki bir gün kitap olarak yayımlarsın. Her gittiğim yerde yaşadıklarımı, iyisi yle kötüsüyle hayatımı yazmıştım o günlüğe, akşam olup ta karanlık çöktüğün de. Hiç üşenmeden bütün yaşadıklarımı paylaşmıştım o beyaz sayfalarla. İçinde bir düş gibi başlayan fakat kısa bir zaman sonra kabus a dönen yanlış evliliğim hayallerim, hayal kırıklıklarım gördüğüm şiddet dolu geceler gündüzler. Oğuz ile hayata tekrar tutunmam saygı görmem. Aysel in bana gösterdiği dostluk ve beni sahiplenişi. Annemin mavi gözler iyle saçlarımı okşayışı. Ve tabiki olmazsa olmazım çocuksu hayallerim vardı. Dergide çıkan yarından önce isimli öykümü bir otobiyografi olarak yazmışyım o günlüğe. İki tarafıda sarmaşık gülleriyle sarmalanmış duvarların arasındaki arnavut kaldırımlı yoldan yürüyerek ardım da bıraktım bütün bu yaşadıklarımı.

SON